Cem Mumcu yazıları ile tanıştığım birkaç saat içerisinde tamamını okuduğum, yazarın Binbir İnsan Masalları projesine ait hikayeleri arasında kaybolduğum bir kitap.
Kitaptan anektotlar;
"Canları yanar, can yakarlar. Kuytusuna saklandığınız değerlerin ne kadar da değersiz olduğunu hatırlattıkları için korkutucudurlar."
"Sen bendeki eksiğine, ben sendeki noksanıma bu kadar muhtaçken ve bu bizi aç, bu bizi arzulu, bu bizi coşkulu kılarken sen sonsuz bir tokluğa mahkum edersen bizi; yeniden aç olmayı özleyeceğiz. Ve sen başka bir eksiğin, ben başka bir noksanın peşine düşeceğiz belki de..."
"Susman, senin bir renginle hatta asıl renginle boyar sayfayı. Sayfanın da bunu anlaması, bu rengi görmesi gerekir. Boşluğundan daha fazla ne tanımlayabilir ki seni? Hangi ses, hangi yaygara, hangi renk, eksiğinden daha fazladır ki? Saklanmak için sürdüğün hangi boya daha fazla anlatabilir ki seni?"
"İnsan kendini bir diğerine sürünce tanıyor çünkü. İnsan kendisini bir diğerini kesince tanıyor."
"Buraya geldim mi ben, yoksa gittiğim yer miydi burası?"
"Bir daha hiç şaşırmaması. Dedim ya şaşkınlığı arıyorum. Ben şaşkınsam zaman kalır mı bilmiyorum. Ama andan başka tutunacak yeri olacağını, kendisini an dışında bir yerlere, ileriye veya geriye uzatabileceğini de sanmıyorum."
"Hayat dediğin unutmalar bataklığıdır, gelip geçici kuşların konup kalktığı. Çürümeyle içiçe açıp kapanan çiçeklerin her defasında solduğu ve sineklerin tatlı tatlı sokup kaşındırdığı..."
"Zannederiz ki biten azalır. Oysa en görkemli anlardır onlar. Bir güneşin parçaladığı. Bir aşkın bittiği. Bir yaşamın yittiği. Bildiğimiz hiçbir renk değildir bir daha olmamanın rengi. Ve hiçbir sesle anlatılamaz bitmenin sessizliği. Yokluk, tahmin edilemez ve bilinemez olan her şeyi saklar gövdesinde."
Arka Kapak
Sana yazsam okuyabilecek misin? Sana eksik olduğunu sürekli hatırlatan; ama eksiğinin aslında ne olduğunu unutturan bu sahte cümbüşün ortasında sahici bir sesi ayırt edebilecek misin?
Üstüne düşecek çiy tanesinin soğukluğundan sorumluyum; bakışının kırılmasından, dudaklarına değen parmak uçlarından bile sorumluyum. Sense hala tarifler yapıyorsun. Yapmasan keşke. Yapmasan... Fark eder mi ki kim kime aşık? Kim kime dolaşık? Bu karmakarışık sarmaşık... Kökü bende, dalları sende, suyu bende, yaprakları sende... İstersen kesersin bıçak gibi bir sözünle...
Sana tam anlamıyla kendini bırakan, tamamlanmış olduğun anlar, hiçbir zaman birbirimize sarıldığımız o gizli buluşma kadar heyecan vermeyecek. Sen bendeki eksiğine, ben sendeki noksanıma bu kadar muhtaçken ve bu bizi aç, bu bizi arzulu, bu bizi coşkulu kılarken sen sonsuz bir tokluğa mahkum edersen bizi; yeniden aç olmayı özleyeceğiz.
Oysa aşk yoklukla, kayıpla, eksikle, ölümle besleniyor... Aşk "yukarı"ya uzanmak için derinlere gömülü... Aşkın nesnesi hayal, malzemesi kalp... Aşk, arıyor göründüğü şeyin değil "öte" sinin peşinde... Aşk deli... Aşk akılötesi... Aşk coşkulu, aşk tehlikeli... Aşk hem mutlu, hem mutsuz... Aşk acıya teşne... Aşk hesapsız, aşk tedbirsiz... Keşke gelseydin ellerim senin olurdu...
Cem Mumcu, Karmakarışık Sarmaşık'la beraber altı kitap ve yüz yetmiş öyküye ulaşan Binbir İnsan Masalları serisi ile insan doğasının en saklı odalarına cesaretle giriyor. Her bir öykü, bir başka deneyimin en orta yerine davet ediyor okuyucusunu. Orada saklanmak, utanmak, korkmak yok. Aklın görevi bitiyor, kalp başlıyor anlamaya. Bu, kanatlarının olduğunu, uçmayı ölesiye isterken öğrenmek gibi, gerçek bir özgürlük deneyimi.
"Mumcu bu insanlık trajedisinin arkeolojisiyle ne zaman bu denli iç içe geçti, bu kazıda kimlere çıraklık etti, bu genç yaşta nasıl böyle 'karnavalesk' bir ustalık edindi bilemiyorum. Ancak dünya edebiyatında da ender rastladığımız birbirinden çarpıcı ironilerin ışıltısıyla ilerleyen bu ilginç yazının, deliliğimizin evrensel mantığını olağanüstü doğru biçimde dokuyan bu ilginç yazarın masallarına, 'dünya durdukça duracak' demekte haklı olduğuma inanıyorum."
- Leylâ Erbil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder