23 Nisan 2015 Perşembe

Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı

Televizyon program yapımcısı, sosyolog ve siyasetçi kimliklerinin yanında ödüllü bir romancı olan Enver Aysever'in okuduğum ilk kitabıdır 'Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı'. Hüzünlü bir aşk hikayesi siyaset, darbeler, ırk ayrılıkları ile birlikte okuyucuyu uzun soluklu bir serüvene çekmektedir.
Özet
Yunus Nadi Roman Ödüllü yazar Enver Aysever’in yeni romanı geçtiğimiz haftalarda çıktı. İstanbul’un çeşitli semtlerinde geçen, dönemin olaylarını konu alan bir roman. Bu romanda neler yok ki… 12 Eylül Darbesi, arabeskin çıkışı ve magazinin hayata girmesi, darbeler, dağa çıkanlar, ölenler vurulanlar ve hatta Cumartesi Anneleri… Mekan olarak sadece kahramanların yaşadıkları yer Göztepe değil, Kadıköy, Nişantaşı, Beyoğlu, Büyükada fon olarak kullanılmış. Bu bilgilere bakarak dönemsel bir roman diye düşünmeyin sakın. Bu bir aşk romanı. Hem de yasaklı bir aşk romanı. Bal Gözlü Yahudi Kız Eda/Rita ve adını öğrenemediğimiz kahramanımız Kahraman Pardösülü Çocuğun yasadışı aşkı…
“İstanbul’a yağmur yağıyordu. Bu bir aşk romanı girişi için uygun cümle kuruldu.” diye başlıyor roman. Kahramanımız Kahverengi Pardösülü Adam Nişantaşı sokaklarında yürüyordur. Boynunun hemen yanında, sol omzunda bir yumru olduğunu fark eder. Doktor kuzenine gider. İşte buraya geliş amacı da budur. Bunun bir kanser türü olduğunu ve yakında öleceğini öğrenir. İşte bu dakikadan sonra yaşadığını fark ettiğini anladığı ana, aşık olduğu zamana döner. Göztepe’de ailesiyle beraber oturuyorlardır. Otobüs beklediği zamanlar bir kızı fark eder. Kız devamlı iştahlı bir şekilde sigara içiyordur. Kızdan çok etkilenir. Keman taşıdığını fark ettiği bir gün gitarıyla beraber cesaret ederek kızla konuşmaya çalışır. Hayranı olduğu şair Cemal Süreya’nın şiir kitabını da yanına alarak ondan cesaret alır. İşte o konuşma hayatının dönüm noktası olur. Hafta sonları otellerde çaldıklarından bahseder. Böylece her şey başlamış olur. Beyoğlu’nun barlarında beraber müzik programı yapmaya başlarlar. Ama Kahverengi Pardösülü Çocuk bir türlü kıza açılmaya cesaret edemez. İçin için aşk ateşiyle kavruluyordur aslında. Artık hüzünlüdür hayat onun için. Aklını kullanamaz, kalbiyle hareket ediyordur. Bir gün kavga çıkar barda. Kahramanımız çocuğa biri vurunca devrilir ve kendini yerde bulur, bayılır. Eda buna o kadar çok üzülür ki, ona karşı hissettiği duygular değişmeye başlar. Artık aralarındaki platonik bir aşk değil, delicesine birbirini arzulayan, çılgınlar gibi birbirlerine bağımlı bir sevdaya dönüşür. Ancak Rita’nın içi rahat değildir. Ailesinin bu ilişkiye karşı çıkacaklarından adı gibi emindir. Evde Rita dışarıda Eda olan bu kız her şeyin farkındadır. Azınlıktır çünkü onlar. Diğerleri gibi değildir. Örfleri, adetleri asla kendi ırklarından, kendi dinlerinden olmayan biriyle evlenmelerine hatta flört dahi etmelerine izin vermez. Katiyen yasaktır. Öyle de olmuştur. Gençler birbirlerine o kadar çok aşık olmuşlardır ki karar vermiştir Rita. Kendini tamamıyla aşkına sunacak, ilki o olacaktır. Seher adında gecekondu mahallesinde yaşayan Eda’nın bir arkadaşı vardır. Eda o kadar çok sever ki Seher’i ve kızı Mine’yi, bütün sırlarını ona anlatır. Sevgilisini onunla tanıştırır. Bir gün Seher’in evinde beraber olurlar ve Eda masumiyetini sevgilisine sunmuştur. Yalnız, aileler duyduğunda kıyamet kopar, her iki aile de darmaduman olur. Tek çare kızlarını eve hapsetmektir. Artık üniversiteye kızlarını bir aile dostları Ari diye biri götürür. Aslında kızlarının arasının olmasını istedikleri biridir. Çünkü kendi ırkından ve Yahudi’dir. Bir gün kahverengi pardösülü çocuk ve arkadaşı bir plan yapıp kızı kaçırırlar, Büyükada’ya giderler. Levy Pansiyon’da aşıklar yine baş başa bir gece geçirir. Rita’nın ailesi artık durumun dayanılmaz vaziyette olduğunu anlar ve kimseye haber vermeden taşınırlar. Kızlarını da yurtdışına İsrail’de üniversite okutmaya sonra da Amerika’da akrabalarının yanına göndermeye karar verirler. Aşıklar bir daha görüşemezler. Sadece Seher’in arada taşıdığı mektuplar dışında. Eda hamile kalmıştır, çok mutlu olur. Aşkından bir parça taşımaktadır, fakat aile öğrenir ve zorla bebeği aldırmaya zorlarlar. Sonra sessizlik dönemi başlar. Gencimiz üniversiteyi bitirir, hoca olur. Sayısız kadınlar girer hayatına. Eda’sını hiç unutmaz. Seher’le görüştüğü halde hiç ondan bahsetmez. Ama şuanda durum farklıdır. Ölecektir ve son kez vedalaşmak için Seher’den bir ipucu ister. Tahmin ettiği gibi Seher Rita’yla görüşüyordur. O da deli gibi merak ettiği halde hiçbir şekilde haber vermemesini rica eder, çünkü ailesinin ona bir şey yapmasından korkar. Seher yabancı kodlu bir numara verir. “Çeviriyorsun, pıt diye düşüyor yüreğe. Buna dayanabilir miyim, emin değilim..” diye düşünür. Son kez bir Cemal Süreya şiiriyle bitirir:
“Yaralı avuçlarım, Güvercinlerin ayak izleri kanıyor…”
Kahverengi Pardösülü Adam ( artık koca bir adam olmuştur) ölümsüz aşkı Bal Gözlü Kız Eda’yı arayıp vedalaştı mı bilmiyoruz… Ama şunu biliyoruz ki, aşklar töreye mahkum olmasın, artık özgür olsun…
Arka Kapak
İstanbullu bir aşk bizim yaşadığımız
Bal renkli gözlü, rüzgârla gelen kız
Pardösüm uçurtma olmuş, ayaklarımı yerden keser
İlk şiirler söylenmeden içimde büyür keder.

Dans eden hayaline bakıyorum penceremde
Yıldızlara bulandım, yaralı sözler bu gece
Ses vermek için sana çırpınır bir haldeyim
Nefesim tükendi artık, aşk için acemiyim.

Ayrılık sözleri yakışmaz İstanbullu aşka
Seni bana getirdi dizelerle Cemal Süreya
Bu mektup o kız okusun diye yazıldı
Bu şarkı o kız söylesin diye yapıldı.

3 Nisan 2015 Cuma

Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım

Paulo Coelho, bu romanında Tanrı'nın kadın yüzünü keşfediyor. Mucizevi bir üne sahip, kendini dine adamış bir erkek ve onun aşkını isteyen, bu aşkı Tanrı'yla bile paylaşmaya razı olmayan bir kadın: Pilar. Güçlü, ayakları sağlam basan bir kadın olan Pilar, çocukluk yıllarında yakın arkadaş olduğu bir erkekle on bir yıl sonra bir konferansta karşılaşır, onun büyüsüne yeniden kapılır. Oysa adam onun duygularını paylaşsa da karar verememekte, arzularını özgür bırakamamaktadır. Birlikte çıktıkları bu yolculuk, Pilar'ın kalbini farklı deneyimlere açar. Farklı bir tutkunun hikayesi olan kitap okunmaya ve paylaşmaya değer...
Arka Kapak
'Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım', yazarın Türkçe'deki ikinci kitabı. Bu kitap, bir tutkunun, bir aşkın öyküsü. Öyle bir aşk ki, bir kadınla bir erkek arasındaki tutkunun, giderek bir sonsuzluk tutkusuna dönüştüğünü görüyoruz. 'Paulo Coelho', gerçekle gerçeküstünü, ülkesinin mitolojisinden yararlanarak bütünleştirebilen ilginç bir yazar; bu romanında, dünyanın gizlerini içinde taşıyan bir aşkın öyküsünü dile getiriyor. Yirmi üç dile çevrilen ve dünyada 2,5 milyon okurla buluşan bu romanın da 'Simyacı' gibi sevilerek okunacağını umuyoruz.